23 Temmuz 2011 Cumartesi

Beceriksiz bir soytarı

aşkın, gölgesinden ibaret nefretinin.
korkuyorsun ışığı görmekten.
kralı sanıyorsun kendini,
içinde yarattığın korku imparatorluğunun.
oysa sadece duygularının maskarası olan,
beceriksiz bir soytarısın.
eline yüzüne sevda bulaşmış.
alaycı aşıklar karşında,
fırlatıyorlar suratına kahkahalarını.
görebiliyor musun bunları?
görebiliyor mu ağırlaşmış kirpiklerinin altındaki,
puslu gözlerin?


düşüyorsun!
kusuyor melekler içindeki seni gökyüzünden.
kırılmış kanatlarınla çırpınışların kurtarmayacak.
üşüyorsun!
ısıtmıyor artık kalbini yalansı sevgilerin.
daha fazla göz boyamaların resmedemez mutluluğu.
ve tükeniyorsun!
sona yaklaşırken maskeni düşürüyor şeytan.
söylediğin gerçekler bile değil artık inandırıcı.


kaldır!
kaldır artık başını semaya.
bak güneş kalkıyor tekrardan ayağa.
yine yendi o gecenin acımasızlığını.
peki ya sen görebiliyor musun bunları?

21 Temmuz 2011 Perşembe

bu matem ilanıdır tüm kalplere

yarıya insin özgürlüğümün sancaklarından;
harap düşmüş aşk bayraklarım.
bu matem ilanıdır tüm kalplere.
herkes bilmeli!
içimdeki cumhuriyet yastadır bugün.
karalar bağlasın som altından hisleriniz.
ama kabullenişten de uzak durun.
eğmeyin sakın başınızı öne.
varsın yenilmiş görsünler sizleri.
öyle sansın yosun tutmuş gözleri.
hem ne anlar onlar aşktan;
zehirlenmiş,
paslanmış,
körelmiş gönülleriyle.


vakit kaçarken, kovalanırcasına;
küçük sandıkları dünyalarında,
size rastgelince şaşırsınlar.
bilmezler ki!
bilmezler aslında hayallerinizin;
elbet bir noktada çakışacağını.
işte o raddeye ulaştıklarında,
pişmanlık çanları sağır edecek kulaklarını.
riya bezeli hayatlarına
bir keşke daha ekleyecekler.
ama anlık alınan her karar
aslında bir taş daha koyar gelecek yollarına.
geri dönebilmek de maharet ister.
var mıdır o cesaret tohumu onlarda?
hiç sanmam!


eğer tüm samimiyetiyle bir gün;
aydınlatırsa ürkek güneş içimizi.
ve artık korkmazsa bedenlerimiz ihanetin
keskin darbelerinden;
kuralım şaşalı aşk otağlarını yeniden kalplerimize.
affedelim!
bir kez daha affedelim.
işte o gün geldiğinde;
hepimiz son kerede olsa,
çekelim aşk bayraklarımızı göndere.
en yukarıya!
arşa!


ama şimdi gün matem günüdür...
herkes bilmeli!

14 Temmuz 2011 Perşembe

şövalye ölmemeli bu savaş meydanında

şövalyelerin cesareti yok bedenimde.
ne bir zırhım, 
ne de kınında hazır bekleyen keskin bir kılıcım var.
savaşınsa tam ortasındayım...
ve çıplak ruhum tir tir titrerken,
kendimi savunabilecek gücüm de yok,
bu kanlı savaş meydanında.
biraz hırsım kalmış kıyısında köşesinde kalbimin.
biraz da öfkem var olup bitenlere.
soysuzlar almaya gelmiş sana olan duygularımı. 
savunmam gerek!
düşmemeli içimdeki son kalem. 
yıkılmamalı surları;
dayanmalı çelikten yapılmış kahpeliklere.
"benim günahım aşktır" demiş üstad shakespeare.
işte çıkamazsam bu savaşın içinden;
sorumlusu sana olan günahımdır.
esir düşerse sana olan sevgim,
geçerse ellerine yabancı zalimlerin;
isterim ki ölümü yine senin elinden olsun.
son kez sen dokun isterim hislerime.
ve kusarsa kızıl gökyüzü kinini üzerime.
eğer yoksan sen yanımda, 
sonuna kadar ıslanmayı tercih ederim. 
bedenim her darbede daha fazla yıpranırken;
ruhum özgür kalır belki tutsaklılığından.
bakarım bir gün gelir,
güneşin doğuşunda eşlik edersin sevdama.
zaten dolmuşken nefesin iliklerime;
bir de eklenir kulaklarıma senden bir nota.
susar dinleriz birlikte eşsiz senfoninin güzelliğini.
şimdilik elimden sadece gelen;
kaderin zarlarının bize düşeş gelmesi.
seni bilmem sevdiğim;
ama bu kader bana oyun oynuyor.
bildiğim bu!

unutulmayanlar

seni unutamıyorum...

hani sabahları kollarımda uyandığında; o kahverengi kocaman gözlerini açarak bana çocuksu birşeyler sölerdin. masum.. saf bir şekilde.. gözlerimin içinden kalbimin içini sızlatarak, beni heycanlandırıcasına.. unutamıyorum bunu...

hani çilekli çokomeli çok severdin.. beraber markete gider bir sepet dolusu alır akşamına da yerdik hepsini... seni almaya geldiğimde de hep çantamda senin için bir tane bulundururdum, yanına geldiğimde verirdim.. çok mutlu olurdun... kocaman sarılırdın bana... içten, tüm kalbinle, tüm sıcaklığınla... unutamıyorum bunu...

hani bir keresinde sen arkadaşlarınla dışarı çıkmıştın. bende gitceğin yeri biliyordum ve sana süpriz olsun diye gelip seni alcağımı söylememiştim. kapısında beklemiştim 3 saat. kar yağıyordu. o eskişehirin ayazında hatırlarmısın? ve sen çıkmıştın. arkandan gelip boynuna bir öpücük kondurmuştum. dönüp bana sarılmıştın. "gitme" demiştin, "gitme lütfen". o koca gözlerinde ağlamaklı bir ifadeyle. ne yalan söyleyeyim benim de gözlerim dolmuştu o an.* işte unutamıyorum bunu... 

hani bir sabah erkenden uyanmıştım. senin en sevdiğin tostu yapmıştım. tokta olsan hep yerdin benim tostumu çok severdin. tepsiyi hazırlamıştım. birde senin en sevdiğin çiçek olan "beyaz gül" koymuştum. yukarı odamıza getirmiştim. sen uyuyordun. ufak bir buse kondurmuştum dudaklarına masumca. yine o kocaman gözlerini birden açıp şaşırmıştın. sonra daha büyük bir öpücük vermiştin bana. beraber kahvaltı yapmıştık yatakta. hatta sen ellerinle yedirmiştin bana. unutamıyorum bunu...

hani beni ilk öpüşünü hatırlıyor musun? ilk öpüşmemizi. sen öpmüştün tutup hatta beni. daha sevgili bile değildik üstelik. ilk tanıştığımız yere gitmiştik. bana şey demiştin hatırlıyor musun? "ben senin yerinde olsam, şimdiye kadar çoktan bunu yapmıştım." sonrada öpmüştün beni. sonrasında kalbimin atışlarını hatırlıyormusun? soğuktan donmak üzere bir kuş gibi. tık tık, tık tık... heycanlandırmıştın beni. heycandan ölücek gibiydim. her öptüğümde seni yine aynı heycanı yaşıyordum. hatırlıyormusun? ben unutamıyorum...

hani senin için sigarayı bırakmıştım. kendi isteğimle. sevmiyordun kokusunu sen sigaranın. tahammül edemiyordun. bende sana kıyamadığımdan bırakmıştım sigarayı. çok sevinmiştin. beklemiyordun benden böyle birşey çünkü. şimdileri duydumda sende sigaraya başlamışsın. çok şaşırdım buna bende. bense ayrıldığımızdan sonra içmeye devam ettim. ne zaman aklıma sen gelsen bir sigara daha yakıyorum bu aralar. hatta son görüşmemizde, o ayrıldığımız gece, o kara gece beraber sigara içmiştik. yolda yürürken. o sigaranın tadı hala damağımda. ne lise zamanı hocalardan kaçarak tuvalette içtiğim sigaralar, ne ebeveynlerimden gizli içtiğim sigaralarda o tadı alamamıştım daha önceleri. belkide onu güzel yapan gözyaşlarımızdı ne dersin? unutamıyorum bunuda...

hani taşınmam gerekmişti bir seferinde. tuttuğum yeni ev bizim evimizdi. beraber dekore etmiştik içini. ikimizin zevkine göre. bizim ilk evimizdi orası. geleceği, ikimizin geleceğini orda hayal ederdik. sen hiç benim misafirim olmayacaktın. hayat arkadaşım olucaktın o evde. şimdi sen yoksun. o evde hayallerinle, hayallerimizle tek başıma kaldım. ama her tarafta sen varsın sanki. bazı eşyaların. resimlerimiz. bıraktığın gibi duruyor aslında ev hala. değiştirmeye kıyamadım. ama sen yoksun o evde artık. evimizde... bizim evimizde sen yoksun artık. unutamıyorum...

hani bir parfümün vardı. "little black magic". sanki sana has yapılmış bir parfüm gibiydi. teninde nasıl da güzel kokuyordu. kimseye o parfümü yakıştamıyorum halen. dışarda o kokuyu alsam gözlerim hemen doluveriyor. mahçup mahçup etrafa bakıyorum. acaba seni görürmüyüm diye. kokusunu, kokunu hala alabiliyorum biliyormusun? yastığımızda hala o parfüm kokuyor. "sen kokuyorsun". halbuki ben o yastığı yıkamıştım. etraf hala sen kokuyor. bu nasıl oluyor sevgili biliyormusun? ben biliyorum. seni unutamıyorum...

hani bizim bir şarkımız vardı. muse'den. uprising diye. içinde s ve g harfleri geçiyor diye sevinirdik. bu şarkının anısını hatırlıyormusun? seninle sevgili değilken bana atmıştın. çok beğenmiştim ben. o şarkıyı attıktan sonra aramız daha yakınlaşmıştı. belkide bizim ilişkimizi başlatan şarkı diye çok sevmiştik bu şarkıyı. bizim şarkımız yapmıştık. şimdi o şarkı hala benim bilgisayarımda duruyor. ama açmaya korkuyorum biliyormusun? ne zaman dinlesem titremeler geliyor çünkü bana. gözyaşlarımın akmasına engel olamıyorum. hani bileğini kesersinde kan durmadan akar ya. işte öylesi akıveriyor gözyaşlarım. ben unutamıyorum...

hani beni terkettiğin günü hatırlıyor musun? oysa o gün ne güzel başlamıştı. beraber okula derse gitmiştik. sonra bizimkilerle kantinde oturmuştuk. sen kızlara hatta şey demiştin. "umarım size de böyle anlayışlı biri çıkar karşınıza." ne kadar da mutlu olmuştum o an. sonra seni evine bırakmıştım. mutluyduk o gün de. sonra sonra birşeyler olmuştu. bana mesaj atmıştın. artık mutlu değilim diye. sonra gecesinde de ayrılmak istediğini söylemiştin. işte o gece ben bir büyük votka içmiştim tek başıma. kara bir perşembe gecesiydi. evet hatırlıyorum. gecenin bir yarısı dışarı çıkmıştım sonra. yolda yürüyebilcek halim olmamasına rağmen. bir yandan ağlıyordum, bir yandan kendime kızıyordum. düşünüyordum "noldu?" diye. hayatımda işte tek o gece sarhoş olmuştum. ama herşeyi hatırlıyorum o kara geceye dair. "11 aralık". işte o günü hiç unutamıyorum...

her gece, her kafamı yastığıma koyduğumda aklıma yine, sadece, tek sen geliyorsun. hala ağlıyorum yorgan altı bir şekilde. o kadarda üstünden zaman geçmişti halbuki ayrılalı. sen beni körü körüne sevmişmiydin acaba? yalan mıydı ki yaşadıklarımız? boş sorular değil mi bunlar artık? peki bana bir yol göster. herşeyi hatırlıyorum, unutamıyorum. herşeyin cevabını biliyorum ama seni nasıl unutabilirim onu bir türlü bilemiyorum.

şimdi çıkıp bana geri gelsen

şimdi çıkıp bana geri gelsen...

keşke çıkıp gelsen. sebepsiz... geride bıraktıklarına bakmadan. geleceği düşünmeden. kaçırdığımız günleri yok sayarak. kaldığımız yerden devam etmek istesen. ben zaten takvim yapraklarını hiç koparmadım ki sen gittiğinden beri. günlerden hala 8'i aylardan ocak benim için. ayın 9'unu hiç göremedim. güneş doğmadı ki gittiğinden beri. aynı yerdeyim ben "defolup" gittiğinden beri. 

şimdi çıkıp gelsen haber vermeden. sarılsan boynuma. konuşmasan. tek kelime etmesek. sadece öpsen. öpücüklerinde boğsan beni. eskisi gibi. eskimeyen bir şarap gibi özlüyorum öpücüklerini. yıllandıkça değerlenen. dudaklarından tadını aldıkça başımı döndüren cinsten. ama sen yoksun. gelmiceksin de biliyorum. ama bilki ben hala aynı yerdeyim. içindeki "beni" öldürüp gittiğinden beri.

şimdi çıkıp gelsen o gittiğin taşlı yollardan. yaşlı gözlerimi silmek için. baksan bir kere daha buğulu gözlerimin içine. ordan kalbimin buzlarını kırsan. biliyorum ki bunu yapabilirsin. daha önce yapmıştın. yıllardır duyguya aç, buzlu kalbimi açan sendin. yaşadığımı hissettiren. yaşamanın tadına vardıran sendin. sonra gidipte öldürende sendin. şimdi gelsen tekrar diriltebilir misin bu ölü bedenimi? ama gelmezsin ki sen. hissediyorum gelmiceksin. bir ölüyü ziyaret etmiceksin. gelmek istersen ben hala aynı yerdeyim. "soğuk bıçağını sırtıma sokup" gittiğinden beri. 

şimdi sen çıkıp gelsen verdiğin sözleri aklına getirerek. belki biraz pişmanlık duyarak. çokça özlemle dolu olarak. kokunu paylaşsan yeniden benimle. gülüşünün sıcaklığıyla bu sensizlikle yanan bünyeyi serinletsen. üşüyen ellerimi kalp sobanda ısıtsan yeniden. baharı getirsen yeniden en yoğun bu kış günlerimde. sen görmüyorsun belki çöl sıcaklarında kış ayazı yaşıyorum hala ben. yok yok bunun ismi olsa olsa "kalp ayazı" olur. sen farketmiyorsun, bilmiyorsun, duymuyorsun çığlıklarımı. görmüyorsun isyan bayraklarımı. ve yine gelmiceksin kırık kalbimi onarmaya. aynı yerdeyim ben, sensizliğin tadını farkettiğim, bunu bana tattırıp; kaçıp gittiğinden beri. 

şimdi çıksan gelsen elinde benim ruhumla birlikte. hani azraile son nefesimde vermem gerektiği halde, sana teslim ettiğim ruhumla. "sana geldim tekrar" desen. "yanlış yaptım" , "affet beni nolur?" desen. en masum halinle. masum ama aynı zamanda asi halinle, bir kuğu misali zarif yürüyüşünle saçını savurarak geri gelsen. altın sarısı saçlarını. güneşin kıskandığı parlaklıkta olan saçlarını rüzgara karşı savursan ve sevdiğim o saf kızı geri getirsen bana. getirmezsin ki. sana senden daha fazla değer veren benden kıskanırsın kendini. veya layık bulmazsın ki kendini bana. seni iten kollara koşarsın sen. seni sarıp sarmalayanlara değil. benim kollarım hala açık ısıtmak için seni yeniden. ve ben aynı yerdeyim her zamanki gibi. hayat defterimin en temiz sayfasını "koparıp" gittiğinden beri. 

gerçeğe sırtı dönüp kaçmak için; seni seven elleri hiç tutma sakın...

ben imkansızı mı istiyorum acaba? sen çıkıp gelmeyeceksin değil mi yeniden bana? eskisi gibi olmayacak değil mi her şey? sen zaten eski defterleri kapatmıştın. yerine yenisi olarak beni açmıştın. ve sonra o defteri de sattın. şimdi çoktan yeni defter açmışsındır hayatına. bense şimdi hangi sahafın kütüphanesinde tozlu raflardayım bilmiyorum. ama içimde yazılı olanlar silinmeyecek biliyorsun bunu değil mi? hep o rafta "bir okuyanım çıkar mı?" diye beklemeye devam edeceğim ben. hiç bir zaman "bestseller" olmayacağım biliyorum. öyle olmakta istemiyorum. sadece senin okumanı istiyorum. yeniden... yeniden okursun diye beklemeye devam edeceğim. 

anladım ki sensiz geçen her saniye bir damla daha kırmış kalbimi. anladım ki değersizce kenara atılmış onlarca söz, yalan, yeminden ibaretmişsin. ama ben halen seni aynı özlemle, arzuyla bekliyorum. kopamıyorum ki senden. koparamıyorlar ki. keşke çıkıp geri gelsen. bekliyorum seni açmayı bekleyen çiçek gibi. yeni dikilen bir fide'ye verilen "yaşam suyu" gibi. 


gelmen ise yaşama "sevinc"imi geri getirmen
gelmen hayata tutunmam demek yeniden
gelmen ölümsüzlüğümü ilan etmem demek
"geri gel" ben hala "aynı yerdeyim"

o'nsuz geceler

yine güneş battı, ay geceyi aydınlatma çabasında. dünden pek bir farkı yok bu gecenin. ve yine sen yoksun. tıpkı diğer günler gibi.

oysa ne kadar güzeldi eski gecelerim. gecelerimiz. yıldızlar gökyüzünde aya eşlik ederken, sokak lambaları sokağımızın kaldırımlarını aydınlatırdı ve sen; sen benim ruhumu şenlendirirdin o gecelerde.

bakardık evimizin camından yağan karlara. beyaz beyaz düşen her kar tanesi yüreğimizin ateşini daha da alevlendirirdi. sarılırdık soğuk kış günlerinde daha fazla birbirimize. sarılırdık birbirimize. üşüdükçe daha fazla sarılırdık. daha da kenetlenirdik birbirimize. vücutlarımızın sıcaklarını paylaştırdık. tıpkı hayatlarımızı tek bir paydada topladığımız gibi. kimsenin ayıramayacağını düşünürdüm o zamanlar bizi. hiç kimse...

gecenin karanlığına, soğukluğuna, iticiliğine rağmen; beraber olmanın sevinci yetiyordu bize. sen ve ben. yoktu gerek başka hiçbir şeye. sen dışındaki hiçbir şey umrumda değil, hiçbir sorun keyfimi kaçırabilecek kadar kuvvetli değildi.

cennetimdi benim senle paylaştığım gökyüzüm. yaşadığım dünyanın cenneti. seninle paylaşmak bile güzel kılıyordu bu dünyayı.

kulağıma fısıldadığın aşk sözcüklerin,
tenime kondurduğun öpücüklerin,
beraber dinlediğimiz müzikler,
ve geceler boyu beraber baktığımız evimizin penceresi,

daha ne isteyebilirdim ki? düşünsene seninle aynı pencereden dünyaya bakıyoruz. aynı pencere.

sonra; sonra bir şey oldu. o beraber baktığımız penceredeyken önce bir sis bulutu kapladı dışarısını. ardından şimşek çaktı dışarıda. kulakları sağır eden cinsten gökgürültüsüyle birlikte. ve sen kayboluverdin yanımdan. hani diyordum ya kimse bizi ayıramaz diye. seni hesaba katmamışım oysa ki ben. beni itip çekip gidebileceğini hiç ama hiç düşünmemişim.

ve sensiz geceler.

peşisıra gelen karanlık geceler. her yeni gelen gece bir öncekinden;

daha karanlık;
daha soğuk;
daha sıkıcı;
daha sensiz;

ilk zamanlar hayalinle yerini doldurmaya çalışıtığım geceler yerini sensiz gecelere bıraktı.

-soğuk gecelere. iliklerime kadar üşüten. ve ısıtabilecek bir "sen"in olmadığı.
-karanlık gecelere. önümü, geleceğimi göremeyeceğim kadar karanlık. ve ruhumu aydınlatabilecek bir "sen"in olmadığı.

bugün eylülün 23'ü. sanırım sensiz bir geceye daha hoşgeldim. anıların yine hücüm halinde üzerime doğru. hırsla, öfkeyle saldırıyorlar tekrardan bana. acımasızca. canımı yakarcasına.

ve ben ıslanmak istiyorum, titrerken sensizliğimle.

haykırıyorum anılarına;
-uzak durun!
-bırakın beni benimle!
-daha fazla vurmayın!
-direnecek gücüm kalmadı artık!
-her tarafım kanıyor!
-hayır hayır yapmayın!

biliyorum ki sensiz gecelerimin bir sonu olmayacak. ne sen geri döneceksin, ne de ben sensizliğe alışabileceğim.
biliyorum ki yarın bu geceden daha da fazla karanlık olucak.
biliyorum ki anıların her geçen gün daha fazla saldıracaklar bana.
biliyorum ki ben daha da fazla dayanamayacağım sensizliğe.

önümü göremiyorum artık. bilmiyorum ki başka bir tercih şansım var mı? kuyunun en dibinden tek başıma çıkabilir miyim? veya beni o kuyudan çıkarabilecek biri gelicek mi karşıma?

sorular, sorular... beynimi kemiren onlarca, yüzlerce sorular. cevapları hep "sen" olan sorular. ama cevabına ulaşamadığım sorular. çünkü sen yoksun. bense yok olmak üzereyim.

bazen diyorum ki kendi kendime. defolup gitmem gerek buralardan. bak dünya hala dönüyor. sen olmasan da. güneş her sabah söz verdiği saatte doğuyor yeniden. yeni ümitler peşinde koşmalısın artık. bir hayalin peşinden değil. kalbin atıyorsa bir ümit var demektir halen.

sonra "sen" geliyorsun aklıma. hepsinden vazgeçiyorum. sana ağlaya ağlaya getiremem kendimi ben. ama sensiz olmaz. lanet olsun ki "sensiz olmaz". sensiz olmuyor. olmayacak. kahretsin. ölüm bile "sensiz olmaz".

evet ben farkındayım. sensiz bir geceye daha hoşgeldim bu gece. sensiz...

yok olanı affetmek

bir yok olanı affetmek...

kimi der ki "affetmek en asil duyguların göstergesidir.". kimi de " affetmek tanrıya mahsustur." der. hayatım 2. sine inanmakla geçmişti oysa ki. affetmek. sanırım bu kelime öylesine bana uzak bir kelime ki. birine 2. şansı vermek. bir insana 2. şansı...

ben buna inandım. 2. şansı hiç bir insanoğlu haketmezdi benim gözümde. zira bana da ikinci şansı veren hiç kimse olmamıştı bugüne kadar. tamam bende biliyorum hiç kimse kusursuz değildi. herkes hata yapabilirdi. en nihayetinde insan değil miyiz? hani düşünebildiğimiz iddia edilen canlılar değil miydik? o zaman hareketlerimiz daha akılcı, mantık çerçevesinde olabilir. yanılıyor muyum? sanırım seninle tanışmadan önceye kadar yanılıyormuşum.

senden sonra öğrendim ki her kışın ardından gelen bahar, kışın üşüyen tenlerimize verilen birer ikinci şans gibi. veya veya yazın kavuran sıcaklarının ardından gelen sonbahar. o da bir ikinci şansmış bedenimizin bunalmış haline. geç farkettim.

hani bir insan kalp krizi geçirir de hastaneye kaldırılır. kalp atışları durur bazen. öldü bu artık derler. sonra sonra bir şey olur. o kalp tekrar atmaya başlar. "ikinci bahar" derler o kişinin sonra yaşamasına. o acımasız atfettiğimiz hayatın verdiği ikinci bir şanstır işte bu. o acımasız hayat oysa bize fırsat buldukça vurur. adil davranmaz çoğu zaman. hep kendimize haykırırız. "ben hakettiğim güzellikleri neden alamıyorum?" diye. küfrederiz tanrıya. kaderimize küfrederiz. ama o hayat yeri geldiğinde ikinci şansı verebilcek, bizi affedebilcek kadar da merhametliymiş. öğrendim bunu seninle.

*****************************************

seninle çok güzel anılarımız oldu sevgili. benim hayatıma kattıklarının getirilerini hala görüyorum. seninleyken pek çok durumda birbirimizi idare etmek zorunda kaldık. birbirimizin eksikliklerini yüzüne vurmak yerine tamamlamaya çalıştık. çoğu kez alttan aldık yanlışlarımızı. ben tedirgindim seninleyken. kaybetme korkum çok fazlaydı seni. bu sebepten hata yapmamaya özen göstermiştim sana karşı. attığım her adımı iki kere düşünüp öyle atardım. sense daha rahattın bana göre.

beni kaybetmen senin hayatında büyük bir eksiklik değildi biliyorum. senin için ben, yağan kar tanelerinden biriydim. ne bileyim denizdeki tek damla suydum. çöldeki bir tane kumdan ibarettim. önemsizdim kısacası. çok mu küçülttüğümü düşünüyorsun kendimi? oysa beni bu düşüncelere sevk eden senin kahpeliğin. evet kahpeliğin. ağır mı konuşuyorum yoksa? hoş gör bu sözlerimi lütfen. ancak benim gözlerimden düşen her damla gözyaşı kalemimin ucunu daha da sivrileştirdi.

- seni seviyorum...
+ bende. beni hiç bırakma.
- hep seninle olacağım.
+ hiç gitmeyeceksin değil mi?
- asla...

demiştin bana oysa ki. şimdi bakıyorum da. yalan harflerin yan yana gelip oluşturduğu yalandan söz öbekleriymiş bunlar. merak ediyorum bunları söylerken dudakların hiç yanmadı mı? ben kahretsin o yalan söyleyen dudakları öpmüştüm.

ve ihanet. ihanet nedir bilir misin?
sus sakın söyleme!
ihanet sonbahar geldiğinde ağacını terketmesi gereken yaprakları yazın koparıp yere atmak.
tıpkı senin yaptığın gibi değil mi?

aradan aylar geçti. sen aşk ağacımın duygularını koparıp yere atmanın üstünden. bilmiyorum biliyor musun? o yerdeki duygularımın üstüne basıp geçen çok kişi oldu. ağacım kurumaya yüz tuttu. hatta ben o ağacımın yerine yeni filizler bile ekmeye cesaret bulamadım kendimde.

ihanet demiştik. "affedilebilir mi?" diye düşünüp durdum. onlarca gözyaşlı gecemde. kime sorduysam, ihanet dediysem, arkasından "affedilebilir" veya "unutulabilir" kelimesiyle karşılaşmadım. hiçbir sözlükte ihanetin karşısında affetmek kelimesi geçmiyordu.

işte ben. o saf çocuk. ihaneti affetmekle yanyana getirebildim sonunda. senin için. senin uğruna. seni son bir kez daha öpebilmek, dokunabilmek için. nefesinin nefesime karışabilmesi için tekrardan. adalet terazisini elinde tutan gözü bağlı kadın figürü bile bu ihaneti affetmem gerektiğini fısıldadı kulağıma sensiz gecelerde.

bir dakika. birşey eksik bu hikayede. hah buldum. sen yoksun. evet evet affedebileceğim bir "sen" yoksun. çekip gitmiştin sen. şimdi bakıyorumda ben bir "yok"u affedebilirim. kesinlikle ben olmayan birini bile affedebilirim artık. yani seni...

sana bakmayan bir çift gözle son randevu

evet bu bir randevu. 
fakat sıradan bir randevu değil. 
tek taraflı. 
geçmişte kalan birinin gözlerine bakarak ondan habersiz son kez "elveda" deyiş. 
hemde sana bakmayan bir göze...

zor gözüküyor değil mi? haykırıyorsun, bağırıyorsun ama çığlıklarını duyamıyor. bir şeyler anlatıyorsun duymuyor. hissetmiyor senin hissettiklerini. 
ama ben deneyeceğim. son kez. bir ümitle. son bir kez bu "aşk acısı" denizinde bir kulaç daha atarak karaya çıkmaya çalışacağım. 
başarabilir miyim? 
başaramazsam ölürüm...

evet bu bir randevu. beni görmeyen bir çift gözle son randevu. hemde bu gözler daha önceleri benim gözlerimin içine bakan gözler. tanıdık bakışlar yani. daha önceleri içine bakarak kaybolduğum gözler. bildiğim fakat artık beni tanımayan gözler. 

o gözlere son bakışımın üstünden 4 ay geçti. 4 koca onsuz ay. ve pazartesi sabahı günün ilk ışıklarıyla birlikte tekrar göreceğim onu. 

belki sesini tekrar duyacağım. ama bana seslenmiyor olacak o. 
o gözleri tekrar göreceğim. ama bana bakmıyor olacak o gözler. 
nefes alışını tekrar hissedeceğim belki. ama bu sefer benim kokumu içine çekmiyor olacak. 
ama ben onun tüm duyularını hissediyor olacağım. ondan uzak bir şekilde. 

kulağa zor geliyor haklısınız. çünkü çok zor bu duruma tahammül etmek, edebilmek. en güzel notalar dökülürken pianodan bunu sağır birinin duymaya çalışması gibi. en güzel tablonun karşında olduğunu bilip görememek gibi. belki de bir boksörün tek kolla ringte rakibini yenmesini beklemek gibi.


evet bu bir randevu. bu bir son tango sevdiğinle. sevdiğinden uzak bir şekilde. açıkcası ne olacağını bilmiyorum. dayanabilir miyim? bilmiyorum. ne tepki vereceğimi bilmiyorum onu gördüğümde. tek düşüncem onu uzun süre sonra tekrar gördüğümdeki halimi görmek olacak. bir deney aslında bu. tehlikeli bir deney. korkuyorum ama yapacağım bunu.

bu randevuda yalnızım. bu randevuya benden başka kimse gelmeyecek. ama olması gereken herkes orda olacak. haberleri olmadan. çantamda söylenmesi gereken pek çok sözle orada olacağım bende. duyması gereken kişi de yani "o" da orda olacak. ama duymayacak sözlerimi. çünkü hepsini haykıracağım kendime sessizce. istediğim ortamı kendim yaratacağım hayallerimde. belki bir boğaz kenarı restaurantta. belki eyfel'in tepesinde. belki sadece iki kişilik bir bankta. rezervasyonları yapıldı hepsinin aylar öncesinden. gelmesi gereken herkes orda olacak ama ben tek başıma olacağım bu randevuda.

evet bu bir randevu. bu benim yaşama sevinci ateşimin üstüne döktüğüm bir su. geldiğim noktanın farkına varmam için bir sınav. tek soruluk ama çokça cevaplı bir sınav. ve tek başıma girmem gereken bir sınav. ya kazanan 1 kişi olacak kaybeden olmayacak. ya da kazananın olmadığı kaybedeninse "ben" olduğu. aslına bakarsanız ben bu sınavı kaybettim. çünkü daha sınavımın başlarında kırmıştı "o" kalemimi.

peki ya sonra? sonra ne olacak? onu göreceğim, belki kendimi dağıtacağım ayrılığın ilk günlerindeki gibi. belki dimdik ayakta durup kendime yeni bir sayfa açacağım. ne değişecek ki? yine "o"nsuz olacağım. hani şey gibi bu. yazın sıcaktan bunalırsınız soğuk bir su ararsınız. koşarsınız buzdolabına. bakarsınız ki orda bir şişe su var. ama içmezsiniz. veya koşarsınız dolaba orda soğuk su yok. noldu şimdi, ne değişti? susuzluğunuz geçti mi ki? işte bende "o"na susuyorum. "o"nu kana kana içmek istiyorum. fakat ben gidip sadece "o yerinde mi?" diye kontrol edeceğim aslında. saçmalık...

evet bu bir randevu. 
bu geçmişe duyduğum özlemle bir randevu. 
bu kanayan yarama basacağım bir tuz.
bu kelebeklerin ışık etrafında yaptığı bir ölüm dansı.
bu son sigaramdan son nefes alışım.
bu bir altın vuruş olacak benim için. 

mecburum. bunu yapmaya mecburum. çünkü damarlarımda kan yerine sadece "o" akıyor. bir şekilde o damarı ortadan kesip akan "o"nu dışarı atmak zorundayım. bu bana acı veriyor artık. 

ben bu randevuya tam saatinde geleceğim. sende istesende, istemesende orada olacaksın sevgilim.

"evet bu bir randevu. bu bana bakmayan bir çift gözle son randevum."

hoşçakal.

tanıdık gözlerdeki "seni tanımıyorum" ifadesi

tanıdık gözlerde "seni tanımıyorum" ifadesi... en sığ denizde boğulmak gibi;

gözler...
hani herşeyi anlattığı iddia edilen gözler.
bir bakışla yürekleri dağlayan, yine bir bakışla dağladığı yürekleri burkan gözler.
güçlü bir silahtır gözler. kullanmasını bilen için tehlikeli ve güçlü.

***********

ben bir çift göz tanıdım zamanında.
bir çift gözle başladı bu hayat sevincim.
o gözler sayesinde benim gözlerimde mutluluk tohumları yeşerdi.
kimi zaman göz yaşlarım büyüttü o tohumlarımı.
kimi zaman onun göz yaşları soldurdu yine o tohumları.

ama ben bir çift göz tanıdım zamanında.
bir kadına ait.
benim kadınıma...
hatta o gözlerle aynı dünyaya beraber bakıyorduk.
birlikte ve sonsuzluğa doğru...

***********

ben bir çift göz tanıdım zamanında.
bana bakıyordu. beni seviyordu.
gözlerinden anlaşılıyordu sevdiği.
en soğuk günlerde içimi ısıtırdı o gözlere ait bakışlar.
beni burdan alıp bilmediğim cennetlere götürürdü.

ve ben bir çift göz tanıdım zamanında.
ismi lazım değil.
konuşmasa dahi gözleriyle anlatırdı her şeyi.
yalan söylemezdi gözleri, dudakları gibi.
içindekilerin dışa açılan birer pencereleriydi onlar.

************

ve sonra, sonraları;

benim tanıdığım gözler bana bakmamaya başladı.
artık hiç bir şeyi anlatmıyordu bana.
içlerine bakamaz olmuştum.
ya bakmaya çalıştığımda kaçıyorlardı benden.
ya da yakaladıklarımda içlerindeki ateş yakıyordu yüreğimi.

evet artık o gözler içlerinde ateş barındırıyordu.
denedim çoğu kez göz yaşlarımla söndürmeyi o ateşi.
nafile.
kin, öfke, hırs vardı o gözlerde.
gördüm bunları teker teker.

*************

sonra ise araya mesafe girdi.
artık gözlerimiz arasında sis bulutları dolaşıyordu.
gözlerim ise hala onun gözlerini arar haldeydi.
uzun süre kadar göremedim o gözlerin sahibini.

bir kere araya mesafe girince,
cesaret istiyor artık göz göze temaslar.
zira her bakışma; sırta bir hançer daha saplanması demek.
akan kanlarsa durmak bilmiyor;
o dakikadan sonra.

***************

ben bugün bir çift göz gördüm.
eskiden bana bakan;
artık ise beni görmeyen.
oysa ben bu gözleri tanıyorum.
yoksa o gözler beni tanımıyor mu?

evet o gözler kadınıma aitti.
amacım son bir kez daha o gözlerin içinde kaybolabilmekti.
son gücümle kalktım düştüğüm yerden.
baktım eskiye özlem duyarak.
bir ihtimal beni "tanır mı?" diye.

gözlerime kitlendi gözleri.
uzun bir süre kadar.
evet dedim işte tanıdı bu gözleri.
kalp atışlarım hızlandı o saniyelerde.
kanlar damarlarımdan taştı taşacak gibiydi.
iyice süzdü ateşten gözleriyle.
inceledi...
inceledi...
benim gözlerimse haykırıyordu son gücüyle:
"beni hatırladın mı? ne olur hatırla?
biraz daha baktı.
ve anımsayamadı galiba.
kafasını çevirdi.

evet tanımamıştı.
bu gözleri tanımamıştı.
yabancıydım onun için artık.
işte o an bir damla yaş süzüldü gözlerimden.
tıpkı şuan ki gibi.

son hançeri sanırım o an yedim.
bu seferki sırtıma doğru değilde;
kalbimeydi.
tam ortasına hemde.
ve sonunda ben öldüm.
öldürüldüm. tanıdık bir çift göz tarafından...